Son zamanların izlemesi en zevkli milli takımına tanıklık ediyoruz. Bundan önce bir futbol sezonunda milli ara girdiği zaman futbolseverler olarak milli aranın bir an önce bitmesini, ligin tekrar başlamasını beklerdik. Avrupa şampiyonalarına umut ve beklenti dolu şekilde gidip turnuvanın en kötü takımı olarak geri dönerdik. Hal böyle olunca insanların içindeki milli takımı izleme gayesi gitgide tükenir, beklentilerini taraftarı oldukları kulüp takımlarına yöneltirlerdi.
Geçtiğimiz dönemlerde yaşanan prim skandalları, mağlup olduğumuz ve turnuva hayallerimizin bilmem kaçıncı kez suya düştüğü bir maçta oyundan alınan oyuncunun yüzünün gülmesi, gazeteci dövmeler, Avrupa şampiyonası gibi çok önemli bir turnuvada Hırvatistan gibi kendi döneminin en iyi kadrosuna ve formuna sahip bir takımın karşısında şut çekilirken oyuncunun saçını düzeltmesi, Euro 2020 elemelerinde iyi bir performans sergileyip beklentileri yükselttikten sonra rakiplerin belli olmasına ve araya pandemi gibi uzun bir aranın girmesine, dolayısıyla dersimize uzun uzun çalışma fırsatımız varken doğru düzgün rakip analizinin yapılmaması, Euro 2020'deki ilk rakibimiz ve aynı turnuvayı kazanacak olan İtalya Milli Takımı'nı ısınırken görünce hocanın "Yahu nasıl koşuyorlar öyle" gibi saçma bir açıklama yapması, tüm bunları topladığımızda zaten hiçbir Türk futbolseveri milli takıma çekemez, sadece antipati yaratırsınız.
Bu antipatiyi sağlamak çok kolay, ancak milli takıma sempati duyulmasını sağlamak çok zor bir konu. İşte şu anki milli takımımız tam olarak bunu başardı aslında. İtalyan teknik direktör Vincenzo Montella gerek iletişim becerileri, gerekse daha önce Türkiye'de çalıştığından Türk futbolunun yapısını iyi analiz etmiş ve daha da önemlisi anlamış birisi. Zaman zaman formasyonları ve oyuncu tercihleri eleştirilse de ortada görmezden gelinemeyecek bir realite var. Vincenzo Montella bu takıma hak ettiği başarıyı getirmeye başlamış birisi. Eleştiri konusuna bakacak olduğumuzda ise forvetsiz bir formasyon ile oynaması aslında gayet mantıklı bir zemine oturtulabiliyor. Zira forvetsiz oynanan bir formasyonda forvet mevkisindeki oyuncu bir sahte dokuz gibi oynar ve yeri geldiğinde kanatlara, yeri geldiğinde ise orta sahaya destek olarak nicel üstünlük sağlar. Bu ise diğer elit kategorideki takımlara bakıldığında bizim takımımızdaki kalite yetersizliğini tolere edebilir. Forvetsiz oynamanın bir diğer sebebinin ise ilk onbir başlayıp en az 70 dakika sahada kalabilecek üst kalite bir santraforumuzun olmayışı. Baktığımız zaman o pozisyonda oynayan birçok oyuncumuz bulunuyor. Enes Ünal, Semih Kılıçsoy, Bertuğ Yıldırım gibi. Ancak Enes Ünal yaşadığı sık sakatlıklar yüzünden oynayamıyor, sakatlığı geçse bile fiziken hazır olabilmesi zaman alıyor. Öte yandan baktığımızda Semih Kılıçsoy ve Bertuğ Yıldırım ne kadar yetenek havuzu geniş oyuncular olsa da kendi kulüplerinde daha fazla süre bulup tecrübe kazanmaları gerekiyor, yani ikisi de daha çok genç ve pişmeleri için uzun süreleri var.
Bu şekilde düşündüğümüzde Montella'nın oyuncu ve formasyon tercihlerini mantıklı bir zemine oturtabiliyoruz. Şimdiye kadarki milli takım karnesine baktığımızda ise iyi bir iş yapmış olduğunu rahatlıkla belirtebiliriz. Avrupa şampiyonası elemelerinde liderlik, Euro 2024 Avrupa Şampiyonası'nda çeyrek final, Uluslar Ligi'nde namağlup liderlik, tarihimizin ilk Hırvatistan deplasmanı galibiyeti, yine tarihimizin ilk İzlanda deplasmanı galibiyeti Montella döneminde geldi ki İzlanda'nın bize ne kadar ters gelen bir futbol anlayışı olduğunu az çok tüm futbolseverler biliyor.
Hocanın yanı sıra tabii ki yakaladığımız altın jenerasyonun çok büyük bir önemi var bu başarılarda. Real Madridli Arda Güler, Juventus'un 10 numarası Kenan Yıldız, dünyanın en iyi orta sahalarından biri haline gelen Hakan Çalhanoğlu, Türkiye'den ayrıldıktan sonra kafayı boşaltan Kerem Aktürkoğlu, yeni ekürisi ve Benfica'nın önemli oyuncularından Orkun Kökçü, ciddi bir sakatlık yaşamazsa birkaç seneye dünyanın en iyi bek oyuncularından biri olarak gösterilecek Ferdi Kadıoğlu, ilerleyen yaşına rağmen geçtiğimiz Avrupa Şampiyonası'nda tüm dünyaya adından bahsettiren 'örümcek' kalecimiz Mert Günok, son dönemde biraz gözden düşmüş olsalar da Çağlar, Merih, Abdülkerim gibi sağlam defans oyuncularımız. Daha da önemlisi bu saydığım oyuncuların bazılarının önünde kendilerini geliştirebilmeleri için hala uzun yıllar bulunuyor.
Oynanan oyuna baktığımızda ise taktikten dizilişten ziyade dikkatime çarpan bana göre daha önemli bir etken var. Bu çocuklar inanarak oynuyorlar. Bu çocuklar inanarak oynadıkları için aslında milli takım maçları tekrar rating sıralamalarında birinci oluyor. Salih Özcan ayağı kayıp düşmesine rağmen müdahale yapabilmek uğruna yerde kafasıyla topa vurduğu için milli maç saatinde sokaklar sessiz. İzlanda maçında iptal olan penaltı golünden sonra Hakan'ın ısrarla koşup topu santraya götürmesi, sahaya galibiyet için çıkmaları, gol iptal olsa da oyundan düşmeyip daha da hırslanmaları. İşte bu yüzden koca bir ulus milli takımı izliyor, milli takımı istiyor.
Bu futbol denilen oyun öyle bir oyun ki bazı halkların gerçekten 90 dakikalığına her şeyi unutup sonunda yüzlerinin gülmesini istediği bir oyun. Geçim sıkıntısının, sosyal krizin ve kaos ortamının hakim olduğu bir ortamda bu milli takım Türk halkına umut ışığı oluyor. Milli takımın yapması gereken yegane şey ise kendilerine karşı duyulan bu sempatinin kıymetini bilmek. Türk futbol ikliminin yapısından dolayı bu sempati kolaylıkla antipatiye dönebilir. Milli takım forması kutsaldır. 80 milyon olarak bunun kıymetini bilmemiz lazım. İnanıyorum ki bu milli takım 2002'den beri uzun bir aradan sonra dünya kupasına da katılacak. İnanıyorum ki 2026 Dünya Kupası'nda farklı ülkelerin milli takımını desteklemek yerine kendi milli takımımız, bizim çocuklarımız için atacak kalbimiz.
Başarınız daim olsun bizim çocuklar...
Noyan Kurul